Malik bin Dinar Hazretleri, bir gün, bir sabiye ( küçük çocuğa ) rastladı. Çocuk toprak ile oynuyordu. Bazen gülüyor ve bazen de ağlıyordu .
Malik bin Dinar buyurdu:
İçime O çocuğa selam vermek doğdu. Nefsim kibirlenip selam vermekten vazgeçti.
Ben nefsime şöyle seslendim: Ey nefsim! Peygamber efendimiz S.A.V. Hazretleri küçük ve büyük herkese selam verirdi. Sende bu çocuğa selam ver!
Ve O çocuğa selam verdim, (daha&helliip;)
Ebu Hüreyre ve Ebu Said (r.a) den rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Mü`min kişiye bir ağrı bir yorgunluk bir hastalık bir üzüntü hatta ufak tasa isabet edecek olsa Allah onun sebebiyle mü`minin günahından bir kısmını mağrifet buyurur.” Kütübüsitte/4692
Enes b. Malik (r.a) den rivayetle
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allah Teala hazretleri ferman etti: “izzetim ve celalim hakkı için mağfiret etmek istediğim hiç (daha&helliip;)
Okurken gerçekten etkilendiğim bir hikayeyi daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Hikaye ibretlik bir hikaye, tabi düşünce yapınız uygun değilse ve bu tür hikayelere farklı gözle bakıyorsanız ona bir şey diyemem.
Hikayenin gerçek olduğuna kesin emin değilim ama aynı hikayeyi çok uzun zaman öncesinde de okumuştum. Bu hikaye imam-ı azam’ın nasıl böyle büyük bir mertebeye ulaştığının ve Aile yapısının da bir çocuğun yetişmesinde ne kadar etkili olduğunun göstergesidir. Elbette bu hikaye tek sebep asla olamaz. Ancak Rabbimin lütfü ve diğer etkenler arasında buda küçük de olsa muhakkak bir etkendir. (daha&helliip;)
Bir evliyaullah Kabe’ye gitmek ister, yola çıkacağı zaman, oğlu ona sorar; “Baba nereye gidiyorsun?” Babası “Beytullah’a gidiyorum” der. Çocuk zanneder ki Beytullah’ı gören o evin sahibini görür, bunun için çocuk ağlar ve babası beraber gitmesini kendisinden rica eder. Babası çocuğun ağlayışına tahammül edemediği için çocuğu da beraberinde götürür, Mikattan ihramlarını beraber giyerler, nihayet Beytullah’ı gördüklerinde çocuk hemen düşer ve ruhunu hakka teslim eder, babası: “Ey ciğer parem yavrum ne oldu, nasıl öldün” diyerek ağlar, ummadığı yerden kendine şöyle bir ses gelir.
“Sen beyti görmeyi istedin gördün, çocuk evin sahibini görmeyi istedi ve o da gördü. Çocuk şu anda ne yerde ve ne de göktedir, o Allah’ın manevi huzurundadır” der. (daha&helliip;)
Avustralyalı Elion Cammbell’in hatıra defterinden alınan bir gerçekte şöyle;
“Ateşkes sırasında Türkler şehitlerini gömüyorlardı. Arkadaşlarımızdan birkaç kişi gönüllü olarak onlara yardım etmek istedi ve bu korkunç görevde dost ve düşman iş birliği yaptılar…” İşte bu sırada yapılan konuşmalarda açlığını hissettiren bir Mehmetçiğe, bir Avustralyalı asker sığır eti ve bisküvi getirir. Mehmetçik bu hareket karşısında hislendi. Sonunda görev tamamlanmıştı. Her iki tarafın da askerleri siperlerine çekilmiş bekliyorlardı. Vurulan silah arkadaşlarına son vedalaşma bitmişti.
Türk subayı bir kaç adım ilerledi ve selam verdi. Bizim subaylarımız da selam aldılar. Böylece ateşkes sona ermişti. Düşmanlarımızın nezaketlerinde bir yüce ruhluluk, bir soyluluk vardı. dünya şövalyeliğinin kutsal emaneti onlardaydı sanki. (daha&helliip;)
yine gidiyorsun…
ağlamaktan şişmiş gözlerle el sallarken ardından tek bişey değil bi çok şeyi düşündüm.aklımdan bi çok an ve anı geçti gitti…en çok koyan bana gidişinde çocukluğum oldu..birkez daha yaşadım sanki o günleri gidişlerini birkez daha döktüm sanki aynı gözyaşlarımı…hatırlamasam da amcama baba dediğim günleri hatırlamayacak kadar küçük olsam da şimdi amcama baba demeyecek kadar büyük olduğumu farkettim…canımı yakıyo gidişlerin hergün küçük çocuklar sokağın başından gelen babalarına ”BABA BABA”diye (daha&helliip;)
Zamanında İmam-ı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir. Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu.
Abbasi Halifesi Me’mun İmam-ı Azam’ı Kufe’ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi. (daha&helliip;)
Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin (VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi: (daha&helliip;)