Teknolojiye Farklı Bir Bakış Açısı…

Daha önceki yazılarımı yazarken en çok dikkat ettiğim konu, teknoloji ile insanların barışık yaşamasını nasıl sağlayabilirim düşüncesi idi. Tam da bu düşünce ile yeni bir köşe yazısı hazırlarken çok uzun zaman önce bilgisayarıma kaydettiğim bir yazıya rastladım. İnternetten bulmuş olduğum bu yazıyı tekrar okudum. Hemen yazmış olduğum yazıyı erteleyerek bu beğendiğim ilginç anekdotu sizlerle paylaşmak istedim.

Düşmüş olduğum not’a göre bu alıntının gerçek ile alakası yok. İnternet cafe işleten bir genç boş vaktinde düşündüklerini yazıya dökmüş. Bence çok da güzel olmuş.  Neyse sözü fazla uzatmadan yazıya geçelim.

BİLGİSAYAR VE İMAN

Cami imamı Abdullah hoca, bir iş için resmi dairelerden birine gider. Kendisinden T.C. kimlik numarası istenince, en yakın internet cafenin yolunu tutmak zorunda kalır. Cafenin kapısından girerken levhada yazılı isim ‘fesubhânallah’ lar, estagfirullah’lar çektirir hoca efendiye, hem de peşpeşe:

Tabelada iş yerinin adı “CEN.NET CAFE” olarak yazılmıştır.

Cafe işleten delikanlıya:

– Evlâdım T.C. kimlik numarası istediler benden, yardımcı olabilir misin?
– Tabi amcacım, siz şuraya oturun, şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim.

Abdullah hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulunduğu mekânı inceleme fırsatı da geçer eline.

Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri, internet cafe denilen yer burasıdır.

Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak, huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur.

Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına. Küçücük bir peynire tutsak olan fareler nasıl kapandan çıkamıyorlarsa, ayrı telden, ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de buradan çıkamadıklarını düşünür. Bir ‘fesubhanallah’ Bir ‘fesubhânallah’ daha çeker ve:

– Ahir zaman fitneleri işte canım, der kendi kendine.
– Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince, kendisine ikram edilmesinden memnun olur. En azından bu da bir hürmet ifadesidir. ‘Aferin’ derken içinden, hayıflanır, istemeden:
– Yazık oluyor bu gençlere, hayatlarını heder ediyorlar. Boşa hayıflanmanın, vah vah demenin, bir faydası olmayacağını bildiği için, delikanlıyla hasbi hal etmeye karar verir:
– Delikanlı sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün?
– Buyurun amca, ne soracaktınız?
–      Sen Allah’ı bilir misin?

Birbirine girmiş, hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları, her baktığında bir ‘fesubhanallah’ daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap, hoca efendiyi pek şaşırtır.

Cafe’yi işleten delikanlıya gülümseyen gözlerle ve birazda kendince acıyarak bakar:
– Kul, kendisini yoktan var edip hayat bahşeden, düşünecek akıl, görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca?
– Hayretle sormaktan alamaz kendisini:
– Biliyor musun? Peki neyle biliyorsun Allah’ı, bana bir anlatır mısın?
– Delikanlı eliyle cafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir:
– Bu bilgisayar ile biliyorum amca.
– Bunlarla mı? Pek anlayamadım.
– Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah’ın varlığının en açık delillerinden biridir.

Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca, böyle bir makine, ancak bir mühendis ve üstün bir teknoloji ile var olabilir.

Ateistin en önde gidenine sorsan, bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını,
mutlaka birisi tarafından yapılmış olduğunu söyler sana.

Meselâ Darwin kalkıp dirilse, şu laptopu göstersen, desen ki:

‘Bu alet, şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş hâlidir. Darwin bile ne saçmalıyorsun sen der.
– Abdullah Hoca delikanlının anlattıklarından hoşlanmıştır. Keyiflenir:
– Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam, onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıveriyor değil mi evlâdım?
– Bak amca, burada 20 tane bilgisayar var, bunlar bir sistemle birbirine bağlı, hepsi bir program tarafından idare ediliyor.
– Bu sistemi ben kurdum, burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur;
– Yani bir anlamda da sümme haşa ama farzı muhal buranın rabbi benim.
– Bazen oyun oynayıp, interneti kullanıp para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor. Hemen yakalıyorum onları.
– ‘Gel bakalım! Nereye gidiyorsunuz böyle? Buranın nimetlerinden faydalanıp başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz?
– ‘Paramız yok abi! ‘ derlerse; ‘Yok öyle yağma! ‘ deyip cezalandırıyorum.

İnternet cafeyi temizletiyorum: paspas yapıyorlar, camları silip tuvaleti temizlettiriyorum.

– Bir saat oyunun, internetin bedeli olur, bunun hesabı sorulur da, sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana?
– Bir cafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken, koca kâinatı, kusursuz işleyen bu sisteminin bir kurucusu olmaz mı?

Olmaz diyenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi?

– Vallahi evlâdım pek takdir ettim seni. Peki Allah’ı nasıl bilirsin, neye benzetirsin?
– Ben Allah’ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim amca.
– Bunun böyle olacağını nasıl bildin evlâdım?

Delikanlı eliyle bilgisayarları işaret etti:

– Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır.
Birbirlerine benzemezler.
Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan program ise bambaşka.
Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır, fakat benim bilmem yine başkadır. Kamerası vardır, ses düzeni vardır, ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır.

– Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti.

Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, gayet mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu.
Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını çoktan almıştı; ama muhabbete devam etmek istedi.

– Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun?
– Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca, fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda kendimi yeterli görmüyorum.
– Ne bildiğini söylersen, neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evlâdım.
– Neler yapmam gerektiğine dair şunları biliyorum amca:

Öncelikle, Rabbim bana bir gönül vermiş. Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş. Ben de gönlümde sadece O’na ve sevdiklerine yer vermeliyim, O’nun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım.

İkinci olarak bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım. Her zaman O’nu söylemeli, O’nu anlatmalıyım.
– Son olarak bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu O’nun yolunda eskitmeliyim. Benim bildiğim bundan ibaret.
– Ee evlâdım daha ne yapacaksın, başka bir şey kalmadı ki!
– Efendim yapmalıyım, etmeliyim diyorum ama, bal demekle ağız tatlanmıyor ki! Gidilecek yolu bilmek ayrı, usulüyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey.

Yine bilgisayar tabirleriyle söylemek gerekirse, Şeytan denilen melun HACKER, benim sistemimde ki NEFS virüsünü aktif hale getiriyor. Üstesinden gelebilene aşk olsun. Etkili bir antivirus programı bulmam lazım belki de..

– Ben biliyorum, dedi Abdullah Hoca ve ekledi: “NAMAZ”
– Evet amca, “NAMAZ” antivirus programlarından birisidir.

Hayat sistemine kurup, günde beş kere de bağlanırız Böylece sürekli güncellenir.

Sizler ile bu yazıyı paylaşmak istedim. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere esenle kalın.


2 yorum

muhsin iyi · 23 Mart 2013 20:04 tarihinde

Batı Medeniyeti, Teknoloji, İslam, İman
Yüce Allah (c.c.), iman konusu olan şeyleri sadece hak kitaplarında anlatmamış, insanın nefsinde ve evrende çeşitli ayetlerle bunları desteklemiştir. Öyle ki, insan günahlara bulaşmasa, Allah’ın bizden istediği temel imani umdelere kendiliğinden inanırdı. Bunun için hak kitaplara ve peygamberlere bile lüzum duymazdı. Çünkü yeryüzündeki ve insan üzerindeki her şey bir kitap gibi iman esaslarından söz etmektedir: ‘Onlara yeryüzünde ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki böylece onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? (Fussilet suresi, 53)’

Yeryüzündeki kuşlara bakarak onların uçma kanunlarını keşfedip maddeye uygulayıp dev uçakları yapan insan aklı, neden kendisindeki, dünyadaki, evrendeki sonsuz sayıdaki varlık, olay ve olgulara bakıp da imani konularda derinleşemiyor? İnsanoğlu maddi alanda ilerlerken neden imani sahada geriye gidiyor?

Yüce Allah (c.c.), her şeyi imani konulara işaret olmak üzere yaratmıştır. İmani konulara işaret etmeyen, onları açıklama ve yorumlama niteliği olmayan hiçbir şey yoktur. Yüce Allah (c.c.) zatını, peygamberlerinin ve hak kitaplarının hakikatini, melekleri, ahreti, kaderin yazıldığı kitap olan Levh-i mahfuzu, kısacası amentünün şartlarını insanların duyu organlarından saklamış, ama bunlara işaret eden pek çok varlık, olay ve olguyu gözler önüne sermiştir. Hele bugün insanların icat ettiğini sandığı pek çok alet, araç gereç hep bu iman esaslarını güçlendirmeye, anlamaya hizmet etmektedir. Yoksa yüce Allah (c.c.) imani konuların derinleşmesine katkısı olmayan şeyleri yaratmadığı gibi yaratılmasana da müsaade buyurmazdı. ‘Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (insan suresi, 30)’ Ayrıca Allah (c.c.), abes olan şeyleri yaratmaktan uzaktır: ‘Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! (Sad suresi, 27)’

Yüce Allah (c.c.) bugün insanların icat ettikleri için gurur ve kibirden şiştikleri teknolojik araç ve gereçleri niçin yoktan yaratmıştır? Bazıları diyecek ki, her teknolojik alet, araç gereç birer nimettir, bu açıdan insan hayatını kolaylaştırmaktadır. Ama bu konuya çok yüzeysel bir bakış açısıdır. Yüce Allah (c.c.) eşyaya, varlıklara, olay ve olgulara bir de öte anlam yüklemiştir. Bu öte anlam nihayetinde iman esaslarına yardımcı olan, onu açıklayan birer kelimeye dönüşmektedir. Onun için rüyalarımızda gördüğümüz her şeyin bir anlamı vardır. Yani varlıklar, olaylar ve olgular görünürdeki anlamların ötesinde derin birer anlama da sahiptirler. Buna öte anlam (dini mana) diyebiliriz.

Bir Müslüman bu açıdan idealisttir, materyalist değildir. Bakışı görünenin ötesine ulaşmaya çalışır. Yüzeyde kalmaz. Onun için her şey iman esaslarının anlaşılmasına, açıklamasına hizmet eder. Yüce Allah (c.c.) hayatı bunun için yarattığı gibi her şeyi de bu amaca hizmet için kullanmaktadır. Materyalist birisi için teknolojik aletlerin, araç ve gereçlerin tek işlevi vardır: ‘Hayatı kolaylaştırmak.’ Ayrıca materyalist kafa teknolojik alette, araç ve gereçte Allahın kudretini görmek istemez. Onu insanların icat ettiğini düşünür. Bu düşüncedeki gurur, kibriyle şirke düşer. Müminse teknolojik ürünü tamamen Allah’a mal ettiği gibi onda imani konulardan da dersler çıkarır.

Bilgisayarlar, kameralar, kasetler, diskler ve bunlar gibi sesi ve görüntüyü kaydeden şeyler… Kiramen kâtibin meleklerine işaret etmiyor mu? Yine bunlar kaderi bilgilerin yazıldığı Levh-i mahfuzun işlevini hatırlatmıyor mu? Füzeler yüce Allah’a ve manevi âlemlere ulaşma isteğini sembolize etmiyor mu? Uçaklar, otobüsler, arabalar, telefonlar çok kısa bir sürede dostları birbirine kavuşturmaları dolayısıyla, hadis-i şeriflerde ifade edildiği üzere, cennet hayatında müminlerin istedikleri zaman hemen dostlarıyla buluşmalarına, biraraya gelmelerine imada bulunmuyor mu?..

Avrupa’da Rönesans’tan beri pek çok teknolojik alet, araç gereç icat edildi. İtiraf etmek gerekirse, biz Müslüman ülkeler bu durum karşısında önce çok büyük bir bunalım, kompleks yaşadık. Bu yüzden önceki çağlarda bu teknolojik aletlere, araç gereçlere önce şüphe ile baktık. Avrupa medeniyetini bu yüzden pek yakından takip de edemedik. Üstün bir dinin müntesipleri olarak küçük gördüğümüz kâfirlerin icat ettiği teknolojik ürünleri nasıl hemen alıp kullanabilirdik ki?.. Sonra, devlet adamları, kafası çalışan bazı kişiler bu yanlış düşüncenin farkına vardılar. Hep bir ağızdan İslam dininin kâfirlerin icat ettiği teknolojiyi almaya mani olmadığı gibi bizzat teşvik etmekte olduğunu söylediler. Bu sözler bizlere biraz moral verip kendimize gelmemizi sağladı. Avrupa’ya açılmamıza vesile oldu. Tanzimat devri, bu açılışın devlet çapında önemli bir hareketidir. Ama bu sefer de başka bir bunalım ve kompleks baş gösterdi. Bu teknolojik ürünlere nasıl İslami bir bakış açısı getirilecekti?.. Maalesef bu konuda Müslümanları tatmin eden, onlara yol gösteren büyük düşünürlerden yoksun olduğumuz için bu teknolojik ürünler öte anlamları ile anlaşılamamıştır. Fitneye neden olmuştur. Şeytanların vesveseleri ile inançsızlığa, imansızlığa kapı açmıştır. Bizde, yani Osmanlı’da ve Türkiye’de Tanzimat’tan beri pek çok aydınımızın dinsizliğe, imansızlığa ve küfre düşmelerinin en temel nedeni bu teknoloji ürünlerinin öte anlamlarının bilinmemesidir. Bu konu üzerinde düşünülmemesidir.

Bugün Müslümanların çoğu teknolojik ürünleri kendilerine yakışacak şekilde, yani yüce dinlerine uygun olarak inanç dünyalarında pek hazmedememişlerdir. Teknolojik ürünler bilerek veya bilmeyerek Müslümanların inanç dünyalarında Deccal’in aletleri, araç gerekleri gibi bir hizmet görmektedirler. İnsanları dinsizliğe ve imansızlığa sürüklemektedirler. Daha da kötüsü insanlar bunun farkında olmamaktadırlar. Çünkü bu olgu bilinçaltında meydana gelmektedir. Çoğu kişi kendisini Müslüman sayarken teknolojik ürünler karşısında aldığı yanlış tavır, bilgi ve şuur eksikliği nedeniyle bilinçaltında dinsizlik ve imansızlık lehine büyük bir bunalım ve kompleks içerisinde bulunmaktadır. İnsanlar son nefeste imanlarını genellikle bu konuda bilinçlenmeme yüzünden kaybetmektedirler. Allah (c.c.), bizleri bu afattan korusun. Âmin.

Teknolojik ürünler yüce Allah’ın (c.c.) insanlara imtihan için sunduğu, yarattığı nesneler olarak görülmedikçe bu olumsuz durum devam edecektir.
‘O, bütün çiftleri yaratandır. Üzerlerine kurulasınız, sonra da kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve ‘Bunu hizmetimize veren Allah’ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.’ diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır. (Zuhruf suresi, 12-14)’

Yukarıdaki ayet, birkaç açıdan dikkat çekmektedir. Bunlardan birisi, Allah (c.c.) hem hayvanları hem de gemileri yaratandır, demektedir. Oysa gemiler insanlar tarafından yapılmaktadır. Ama yüce Allah (c.c.) yukarıdaki ayette bunu sahiplenmektedir. Çünkü geminin yapılması O’nun izni ile olmuştur. Geminin yapılmasına lazım gelen her şeyi O yoktan yaratmıştır. Gemiyi yapmayı planlayan kişiye ilham eden O’dur. Geminin yapılmasında harcanan bütün enerji O’ndan gelir. ‘ Halbuki Allah sizi ve yaptığınız şeyleri yarattı (Saffat suresi 96).’ Tabii geminin suda dayandığı tabiat kanununu yaratan da yüce Allah’tır. İşte bütün teknolojik ürünler de bunun gibidir. Her şeye, özellikle her teknolojik ürüne bu gözle bakmak gerekir. Onu iman nazarıyla algılamak lazımdır. Bu sayede ayetin bir başka veçhesi karşımıza çıkmaktadır. Bu teknolojik ürünleri tıpkı hayvanlar ve gemilerde olduğu gibi Allah’a (c.c.) övgü vesilesi yapmak (şükür ve hamd) üzerimize düşen bir kulluk borcudur.

Tahmin ediyoruz ki, Müslüman atalarımız develerine, atlarına ve eşeklerine… bindiklerinde bu hayvanlara bakıp her zaman Allah’a şükredip hamd ediyorlardı. İnsanlar acaba bugün arabalarına bindiklerinde akıllarına bu geliyor mu? Yukarıdaki ayeti hiç düşünüyorlar mı? Onu yoktan yaratan, emrine veren yüce Allah’a şükredip hamd edebiliyorlar mı? Bunu arabası olan her insana özel olarak soruyorum. Bunun cevabı ‘hayır’sa bunun altında, Allah göstermesin, arabanın yaratıcısı olarak yanlış bir itikat içimize sinmiş olabilir. Elbette bunun farkında değilizdir. Bilinçaltı dünyamızda böyle bir nankörlük olabilir. İnsanlar çağımızda her teknolojik ürüne böyle farkına varmadan yanlış ve kendilerini batıl bir itikada, küfre götüren bir anlam yükleyebilmektedirler. Bunun kökeninin çok eskilere dayandığını düşünebiliriz. Batı medeniyetine hayranlığa kadar varan bir iz bilinçaltımızda bulunabilir. Günde 70 (bir başka rivayette 100) kere istiğfar eden peygamberimizi (s.a.s) örnek alarak bu tür şirk, batıl, küfür noktaları için bizler de her zaman tövbe ve istiğfar etmeliyiz.

Her teknolojik ürünü kullanırken bunun yaratıcısının Allah (c.c.) olduğu bilinciyle hareket edip Allah’a şükr ve hamd bir kulluk borcudur. Bu sayede umarız ki, teknolojik ürünler nedeniyle bilinçaltımızda bulunan Allah’a (c.c.) karşı nankörlük, küfür ve batıl damarları helak olur inşaallah.

İnsanlar arabalarına bindiklerinde Allah’a şükür ve hamd şurada dursun, genellikle büyük bir nankörlük içerisinde bulunmaktadırlar. Arabalarının eskidiğini, modasının geçtiğini hatırlayıp en kısa bir zamanda ne zaman daha iyisini alacaklarını hesap etmektedirler. Gözleri hep daha iyi bir arabada olmaktadırlar. Her şeyin bir zamanı vardır. İnsanların Allah’a (c.c.) gerçek manada şükür ve hamdleri de nimetleri tadarken olmalıdır. Bunun zamanı da yukarıdaki ayette ifade edildiği gibi arabaya oturdukları, üzerine kuruldukları zamandır.
‘Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir. (Nahl suresi,7)’

Teknolojik ürünlerin çoğu neden Batı medeniyetinin ürünü oldu da İslam medeniyeti bu konuda geri kaldı? Bu sorunun cevabı da dinidir. Biz bu soruyu dini bir çerçeveden alıp psikolojik bir açıdan yanıtlamaya çalışacağız.

Batılı insanların kafasında bir kuşku melekesi oluştu. Kuşku zekânın çalışmasında adeta motor gibi bir hizmet görür. Kuşku bilimin ve sanatın güç kaynağıdır, hareket ettiricisidir. Bu kuşkunun kaynağı Hıristiyanlıktı. Çünkü Hıristiyanlık akıl ve mantığa dayanmıyordu. Hıristiyanlığın temeli hak dine dayansa da bu din kısa zamanda o kadar çok tahrif edilmişti ki, aslından pek az şeyi koruyabilmişti. Hurafelerle dolmuştu. Bir de tabii yüce Allah’ın (c.c.) hikmeti gereği Hz. İsa’yı (a.s) babasız olarak dünyaya getirmesi buna (yani kuşkuya) hizmet ediyordu. Kuşku, kaynağını ve gücünü dinden alarak Avrupalının zihninde bir meleke olarak gelişti, yerleşti. Bunu önceleri dine karşı kullanmaları mümkün değildi. Çünkü kilise ve çevre buna imkân vermemekteydi. Onun için bu dinsel kuşkunun bastırılması gerekiyordu. Bastırılan bu dinsel kuşku bilinçaltından yükselip önce güzel sanatlar alanında (Rönesans) yeniliklerle kendisini gösterdi. Din de az da olsa bundan payını aldı (Reform). Sonra, bilimdeki gelişmelerle ve onun paralelinde teknolojik alandaki buluşlarla bu kuşku yükselerek adeta yeşerdi. Tüm dikkatini maddeye, doğa yasalarına yöneltti. Dünyaya, evrene hakim oldu.

Batı medeniyeti böyle bir kuşku temeli ile doğduğu için teknolojik ürünlere de Müslümanlar haklı olarak önce büyük bir kuşkuyla baktılar. Kabullenmeleri kolay olmadı. Şimdi bile çekilen hazımsızlık bu yüzdendir.

Müslümanlar ise dünyaya değil ahrete müştaktırlar. Hayatlarında ve dinlerinde kuşku uyandıracak bir şeyleri yoktur. Bu yüzden zekâlarında kuşku melekesi pek oluşmadı, daha doğrusu pek gelişmedi. Onun için Müslümanlar tarihte Batılı anlamda büyük bir bilimsel ve teknolojik gelişme yaşamamışlardır. Ama bu bir eksiklik değildir. Komplekse, bunalıma girmeğe hiç gerek yoktur. Hatta bu bir üstünlüktür. Çünkü kıymet hükümleri dünyaya değil, ahrete göre olmalıdır. Cennette dünyadaki teknolojik ürünlerin ne değeri olacaktır ki?.. Kim ister ki, atalarının dinlerinden kuşkulanıp bunu çeşitli nedenlerle maddeye, tabiat olaylarına yöneltip bazı keşiflerde bulunup da bunlardan teknolojik ürünler yapsın?.. Batılıların yaşadığı tarihsel tecrübeye kim heves edebilir?..

Müslüman’ın teknolojik ürünlere bakışını düzeltmesi çok önemlidir. Bu onları icattan daha büyük bir önem arz etmektedir.

Teknolojik ürünleri kullanmada herhangi bir kuşkuya mahal yoktur. Yüce Allah (c.c.) her teknolojik ürünü bir hikmetle ve insanların yararına uygun olarak yaratmıştır, yaratmaktadır. Onlara bir Müslüman olarak gönül rahatlığı ile sahip olup yüce Allah’a bunları yarattığı için hamd u senada bulunmalıyız.

Yüce Allah (c.c.) her birimize hidayet ve son nefeste iman nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi

AYSUN · 22 Kasım 2011 21:11 tarihinde

SÜPERRRR

AYSUN için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.